Modanın Masalsı Tarihçesi Bu içerik 2700 kez okundu
Herkese merhaba sevgili kahve falı severler ve Derya Abla fanları :) Bugün, bireysel olarak ya da hem kişisel zevk hem de işi ‘moda’ olanların keyifle okuyacağı bir makale hazırladık. Modanın 1900’lü yılların başından gününüze olan evriminin yanı sıra biraz da ve kısaca yüzyıllardan bahsederek kadın modasının dönüşümünü sizlerle paylaşmak istiyoruz. Şimdi gelin, peri masalı nasıla başlamış, günümüzde moda algısı neye evrilmiş ve gelecekte bizleri neler bekliyor hep birlikte inceleyelim!
Moda, Fashion, Façon…
Moda, uzmanların yaptıkları araştırmalara göre tarih öncesine dayanan bir geçmişe sahip; fakat günümüzden biraz daha farklı anlamlarda kullanılmış. Çıkış noktası insanın mevsimsel şartlar başta olmak üzere giyim ihtiyacını karşılamak için üretilen kumaşların dikilmesiyle ortaya çıkmış elbette. Örneğin Mısırlılar, sıcak hava ve kavurucu güneşin de etkisiyle hafif ve ince kumaşlar tercih ederken, Yunanlılar kumaşı hiç dikmeden üzerlerini sararak kullanmışlar, Sümerliler ise daha sert hava koşullarından dolayı mantoya benzer kıyafetler tercih etmişlerdir.
Daha sonraları kıyafet ve giysiler birer statü sembolü olarak kullanılmış diyebiliriz tabiri caizse. Asiller, 13. yüzyıldan itibaren kıyafetlerini Doğu’dan getirilen özel ipek kumaşlardan diktirmeye ve özel amblemlerle süslemeye başlamışlardı. Halk ise fakirlikten dolayı pahalı kıyafetlere çok uzaktaydılar.
14 ve 15. Yüzyıllara geldiğimizde ise bir önceki yüzyıldaki fazla uzun etekli elbiseler yerine uzun dökümlü kollar ve başlarına ise masallardan ve çizgi filmlerden de hatırladığımız sivri kukuletalar ve uçlarına ise kumaşlar takıyorlardı. Yüzyılın başlarında Doğu modasından etkilenen saraylı hanımlar, yüzyılın sonlarına doğru kendi modalarını oluşturan ve biçki dikiş konusunda uzmanlaşan terzilere emanettiler. 15. Yüzyılda karşımıza çıkan en önemli özellik, yakaların bele kadar açık olması ve bu açıklığı bir korse ile kapatmaları oluyor. Çok katlı eteklerin en üst katı diğerlerinden biraz daha kısa oluyordu. Ortaçağ ve sonrasındaki uzunca dönemlerde de olduğu gibi, elbette kadınlar için de erkekler için de şapka çok önemli bir aksesuardı. 15. Yüzyılın en bilindik kadın şapka modelleri ise kalp şeklinde, boynuz ve hennin şapkalardı.
16.yüzyıla geldiğimizde ise kırmızı, mavi gibi belirgin renkler, önceki yüzyılların pastel renklerine oranla daha çok kullanılmaya başlanmıştı. Asil kadınlar artık daha cesur renklerin peşinden gidiyorlardı. Özellikle 1550 yılından 1600’lerin başına kadar Kraliçe Elizabeth Dönemi’nde kolalı dik yakaların dikkat çekmesinin yanı sıra, ilk ipek çorabın 1560 yılında Kraliçe Elizabeth tarafından giyildiği tarihe not düşülmüştü. Pilili elbiseleri yakut, elmas gibi değerli taşlı aksesuarlar ve takılar süslüyordu. Yüzyılın sonun doğru ise elbiselerin arka tarafında ilk kez V şeklinde ve bele kadar uzanan yakalar kullanılmıştı.
17 ve 18. yüzyıla geldiğimizde, halk halen çalışma hayatlarına uygun kumaşlardan rahat kıyafetler tercih ederken, en kıymetli varlıklarının kıyafetleri olması yine halkın fakirliğinden kaynaklanıyordu. Halktan kişiler iyi ve dönemin şartlarına göre modern kıyafetler diktirmek istiyorlarsa, asilleri taklit etmeleri gerekiyordu ve bu oldukça masraflı bir girişimdi. 1765 yılında buharlı makinenin icadıyla Sanayi Devrimi yaşanmış, kıyafet, halk için de bir ihtiyaçtan çok tüketim malzemesi haline gelmişti. Fakat bu yüzyıllarda moda o kadar değişken bir yapıya sahipti ki, yine asiller ve halk arasında gözle görülür bir uçurum söz konusu idi.
Bir dip not olarak şunu diyebiliriz ki, moda kavramı tam manasıyla 1789 Fransız İhtilali sonrasında köy ve kasabalardan gelen fakir çiftçi halkın şehirlilerle karışması ve Burjuvazi’nin ortaya çıkmıştı; ki Sanayi Devrimini yaratan da bu durumdu. Ardından ise alt tabakadan gelen insanların, asiller yani Burjuva’yı taklit etmesine genel manada “giyim kuşamda moda” denmişti.
19.yüzyıla gelindiğinde dikkatler, önceki yüzyıllara oranla daha mütevazi kesimli kıyafetlere çekiliyor. Kabarık olmayan ve bel çizgisinin üstünde olan ‘Ampir’ modası başlamış ve bu akım 40 gibi uzun bir süre gündemde kalmıştı. İlerleyen yıllara baktığımızda bel çizgisi yerine geliyor, beller inceliyor ve daha dar kıyafetler tercih ediliyordu. Kollar çan şeklinde ve yakalar kapalı formdaydı. Pelerin ve şallar da bu kıyafetlere eşlik eden unsurlar içindeydi.
‘Kadının özgürlüğü’nü vurgulayan bir terzi olan Paul Poiret, yaratıcılığı ile zanaatini birleştirerek, modada Bella Epaque dönemini başlatmıştı (1895-1914). Bol kalıba sahip tunik elbiseler tasarlayan Poiret, kumaşlarda ve kıyafetlerin tasarımlarında görsel zevki en üst noktaya taşımayı hedeflemiş ve bunu da başarmıştı. Paul Poiret’in bu girişiminin arından hazır giyim fikri git gide büyümüş, kadınlar artık basitleştirilmiş kıyafetlere çabuk ve kolay şekilde ulaşabilir hale gelmişti.
1.Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılından itibaren ise demiryollarında, cephelerde ya da fabrikada çalışan kadınların kıyafetlerinin işlevsel olarak rahat olması amaçlanmış ve daha maskülen bir forma sokulmuştur.
Savaşın ardından, 1920’li yılların başlarında, o dönem uluslararası anlamda çok popüler olan bir dans vardı: Çarliston Dansı. Bu dansın kostümleri ise etekleri saçaklı, hafif bol ve nispeten düz kesim elbiseler yanında uzun ve özellikle inci kolyeler olmuştu. Bu moda kadınlar arasında hızla yayıldı ve tiyatro, kabare ya da yeni yeni gelişen Hollywood filmlerinin gösterildiği sinema salonlarında kullanılmaya, dolayısı ile de kıyafetlere daha fazla para harcanmaya başlanmıştı.
1.Dünya Savaşı’nın ardından gelen rahatlık hissi, kadınların pantolon giymeye başlamasını da sağlamıştır. Fransız modacı Chanel bu akımı desteklese de o dönemler çok popüler olmayı başaramamıştır.
30’lu yıllara geldiğimizde kadın hatlarının daha belirgin hale geldiği ve zarif dişilik olarak lanse edilen Elegant Feminity akımı, kadını ince göstermenin yanında şıklığı da ön planda tutmuş bir düşüncedir. Etek boyları uzun, bel çizgisi yerinde ve bazen de bacak boyunu uzun göstermesi adına yukarıda kullanılmış. Kadınlar artık korseler yerine, bedeni incelten elastik çamaşırlar kullanmaya da başlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kıyafetler, değişen sosyal ve ekonomik yapıyla beraber tek tip hale gelmiş, daha rasyonel bir kimliğe bürünmüştür; savaşın yaralarını taşıyan çoğu ülkede giysiler karneyle dağıtılır hale gelmişti.
1947 yılında ise Christian Dior, moda dünyasının seyrini değiştiren bir defileye imza attı ve bileklere uzanan etekler, düşük omuzlar ve ufak şapkalarla 50’lerin moda anlayışını oluşturmaya başladı. Tabii bu modanın yayılmasında Amerikan sinemasının da büyük etkisi vardı. Dönemin yıldızlarından Ingrid Bergman, Humphrey Bogart, Katherine Hepburn gibi yıldızlar, sanat ile modayı birleştirmeye başlayarak ve halk için örnek teşkil etmişlerdi.
50’li yıllara göz kırpmışken devam edelim… Lacivert, kırmızı ve beyaz denizci esintileri, puantiyeler ve diz altı A form fırfırlı etekler... Avrupa modası artık Amerika’dan çok fazla etkilenmeye başlamış, sinema ve müziğin kalbi Amerika rüzgarı, özellikle genç hanımları oldukça etkiler hale gelmişti. İngiltere’de ise özellikle geleceğin modasına yön verecek olan fakat o dönem tabii ki bunun bilincinde olmadan akımı başlatan alt kültürden gençler vardı. Ted’ler, Hipster’lar ve Beatler, gelecek senelerde anti-moda yaklaşımda olan punkçılara, reaggae’cilere, hipster ve rock-metalcilere örnek olacak hareketlerin başlangıç temellerini atmıştı. Bu arada da İkinci Dünya Savaşı sırasında butiğini kapatmak zorunda kalan Coco Chanel, 1954’te butiğini tekrar açacak ve herkes için ve her keseye uygun giysiler tasarlayıp satmaya kaldığı yerden devam edecekti. Bugün dahi modanın öncüsü olmaya devam edebileceğini belki kendisi dahi bilemezdi.
60’lı yıllarda moda uzay yarışlarından, Beatles’dan, uyuşturucu ve televizyondan oldukça etkilenmişti. Zamanın ünlü modacıları arasında yer alan Dior, Yves Saint Laurent, Pierre Cardin gibi devler, sentetik kumaşlı fermuarlı kıyafetler ve parlak botlar sunmuş ve moda dünyasında oldukça ilgi görmüşlerdi. 60’ların sonlarına doğru ise barışçı çiçek çocuklar, sistemin dayattığı modaya da karşıydılar ve bol paçalı pantolonlar, çiçekli hafif gömlekler kullanarak kendi modalarını oluşturdular ve tarihteki yerlerini aldılar. 60’lı yılların moda dünyasındaki bir diğer devrimci hareketi ise modacılar kadar mankenlerin de artık göz önünde bulunmaya başlamasıdır. Modeller, günümüz hatlarına yakın zayıf ve belli belirsiz göğüsleri ile ünlendiler.
Geçmiş birkaç on yılın hazırladığı özgürlük hareketleri 70’lerde sınırları kaldırmayı başarmış, eteklerin boyu birbirine karışmış, insanlar istediği şekilde giyinmeye başlamıştı. Balmain, Kenzo, Lagerfeld gibi genç modacıların yanı sıra, İtalya da atağa geçmiş, Versace, Gucci, Armani ve Valentino dönemleri artık başlamıştı.
1980’ler ise modada tüketim çılgınlığının, reklamın, seri üretimlerin özgürlükle birlikte harmanlanmış haline bürünmüştü. Renkler, vatkalar, rahat ve özgür hissettiren bol giysiler, spor ayakkabılar ön plana alınmıştı. 1990 senesine geldiğimizde 70’lerin minimalizmi ile 80’ler coşkulu ve abartılı tarzının ardından sadelik sunmuştu. Genç nüfus arasında elbette taytlar ve neon modası devam etmekteydi; fakat halkın genelinde hanımlar elbise ceket takım elbiseler, siyah ve beyaz gibi zıt renklerin kullanıldığı pantolon gömlek kombinlerinin yanı sıra pastel tonların da ön planda olduğu giysiler tercih ediyorlardı.
2000’lerin ilk yıllarında 90’lar esintileri olsa da vatka ve neonu reddeden moda dünyası, daha pastel ama seksi kavramlarıyla yollarına devam ettiler. Düşük beller, pastel makyajlar ve aksesuarda altın rengi ‘altın’ çağını yaşamaktaydı. Son on yıla baktığımızda ise 80’lerin boyfriend ve oversize’ların geri geldiğini, daha modern bir yorumla harmanlandığını, geçmişte çekilen sinema filmlerinde, çizgi romanlarda ve hikayelerde anlatılan ‘geleceğin rengi’ olan hologramlı kıyafetler; zerafet, özgürlük ve kadının bağımsızlığını ön planda tutan feminen ve maskülen çizgilerin bir arada kullanıldığı bir mottoya dönüşüyor moda anlayışı. İnsanlar artık tektipleştirilmekten uzak, özgürce giyinebilirken, tüketim çılgınlığı da tüm hızıyla devam ediyor elbette. Doğaya ve doğala dönüş tüm hızıyla devam ederken organik giysiler, anti-fur anlayışı içerisinde kürkü reddeden modacı ve modaseverler ile farklı bir yola evriliyor.
Tüm Hakları Saklıdır. 2011 Kahvemvefalim.com
Derya Abla adı ve logosu tescilli bir markadır.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz. Kabul Et